Hayvanların resmi olan çark çocuklar tarafından çevrilir. Hangi hayvan denk gelirse çocuklara hayvanın adı sorulur, ne yediği, çıkardığı ses sorulur. Çocukların hayvanların özelliklerini öğrenmeleri sağlanır.
26 Ocak 2010 Salı
20 Ocak 2010 Çarşamba
iyi tatiller
bir dönemi yoğun bir tempoyla bitirdik.
Tatili çoktan hak ettik.
Şimdi enerji toplama zamanı
enerjileri toplayarak
yeni döneme hazır hale gelmek için
Hadi iyi tatillerrr
Tatili çoktan hak ettik.
Şimdi enerji toplama zamanı
enerjileri toplayarak
yeni döneme hazır hale gelmek için
Hadi iyi tatillerrr
19 Ocak 2010 Salı
mobiller
mobiller çocuklar için her zaman dikkat çekici olmuştur.Bebeklik döneminde bebeğin yatağının üzerine asılan hareketli ve renkli mobiller çocuklarda duyu gelişimi için önemli bir yer tutmaktadır.
Burada da maliyeti az olan sadece artık malzemeler kullanılarak hazırlanmış bir mobil örneği sunulmaktadır.
18 Ocak 2010 Pazartesi
17 Ocak 2010 Pazar
11 Ocak 2010 Pazartesi
10 Ocak 2010 Pazar
bir taşla iki kuş vurulan kuklalar::))
çift taraflı hazırlanan el kuklalar;
tavşanın ve balığın her iki tarafı farklı olarak hazırlanmış ve kullanıma sunulmuş
5 Ocak 2010 Salı
bozuk para cüzdanı
kırk yama hızla devam ediyor. anahtarlıktan sonra bozuk paraların koyulabilmesi için aynı teknikle cüzdan yapıldı.Esin kaynağında görünce dayanamadım. Sanırım ben kırk yamada böyle küçük parçalarla uğraşmaktan keyf alıyorum.
4 Ocak 2010 Pazartesi
Anahtarlık
Bu yıl planladığım gibi kırkyama kursuna gidemedim. Bloglarda dolaşırken bu anahtarlıkları görünce dayanamadım ve hemen bu anahtarlığı yaptım. Tabii kızı olan bu tür şeyleri kullanmadığı için kızıma kaptırdım. Bugün geç oldu yarın hemen kendime de yapmalıyım. Son derece kullanışlı bir anahtarlık.
3 Ocak 2010 Pazar
Bir avuç tuz
BİR AVUÇ TUZ
Bir zamanlar, tahta oymacılığıyla uğraşan, hayatın sadece yüzeyinde kalmayıp, hakikatlerini de hissetmeyi beceren yaşlı bir usta yaşardı. Bu ustanın, her şeyden şikâyet eden bir çırağı vardı. Çırak başına gelen en küçük sıkıntıdan bile şikâyet ediyordu. Hayat onun için sanki sırf kötülüklerden, sıkıntılardan ve mutsuzluktan ibaretti.
Ustası bir gün çırağı tuz almaya gönderdi. Âdeti olduğu üzere, çırak söylene söylene denileni yaptı. Döndüğünde, “Şimdi tuzun ne gereği vardı?” gibisinden bir edayla tuzu ustasının önüne koydu.
Bilge, ona bir avuç tuzu bir bardak suya döküp karıştırmasını söyledi. Çırak yine suratı asık bir şekilde söyleneni yaptı. Bilge, “Şimdi de o suyu iç” diye emretti. Çırak, önce kaşlarını çattı. Bir bardak tuzlu suyu nasıl isterdi ki ustası? Ama ona olan saygısından, zorlanarak da olsa bardaktan bir yudumladı, almasıyla suyu tükürmesi bir oldu.
“Tadı nasıldı?” diye sordu usta.
“Acı” diye kızgınlıkla cevap verdi çırak.
Usta, anlamlı anlamlı gülümseyerek çırağı bu defa köyün kenarındaki tatlı su gölünün kıyısına götürdü. Çırağına aynı şeyi burada da yapmasını, bir avuç tuzu göle atmasını, sonra da gölden su içmesini söyledi.
Çırak söyleneni yaptı, suyu göle atıp gölün tatlı suyundan kana kana içti. O ağzından akan suyu eliyle silerken bilge sordu:
“Bu suyun tadı nasıl peki?”“Bal gibi tatlı” diye karşılık verdi çırak.“Tuzu tadını alabildin mi?”“Hayır.”
Bunun üzerine bilge, suyun yanında diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve ona ömrü boyunca unutamayacağı şu dersi verdi:
“Evladım! Hayatımızdaki sıkıntılar tuz gibidir, ne azdır ne de çok. Sıkıntıların miktarı hep aynıdır. Ancak, bu sıkıntıların kişiye ne kadar ıstırap vereceği onun neyin içine onulacağına bağlıdır. Bir sıkıntının, ıstırabın olduğunda yapman gereken şey duygularını genişletmektir. Bardak olmayı bırakıp göl olmaya çalışmaktır. O anda gömsen bile, o sıkıntıların sonucundaki güzellikleri görebilmektir.”
ders alınası bir öykü
Bir zamanlar, tahta oymacılığıyla uğraşan, hayatın sadece yüzeyinde kalmayıp, hakikatlerini de hissetmeyi beceren yaşlı bir usta yaşardı. Bu ustanın, her şeyden şikâyet eden bir çırağı vardı. Çırak başına gelen en küçük sıkıntıdan bile şikâyet ediyordu. Hayat onun için sanki sırf kötülüklerden, sıkıntılardan ve mutsuzluktan ibaretti.
Ustası bir gün çırağı tuz almaya gönderdi. Âdeti olduğu üzere, çırak söylene söylene denileni yaptı. Döndüğünde, “Şimdi tuzun ne gereği vardı?” gibisinden bir edayla tuzu ustasının önüne koydu.
Bilge, ona bir avuç tuzu bir bardak suya döküp karıştırmasını söyledi. Çırak yine suratı asık bir şekilde söyleneni yaptı. Bilge, “Şimdi de o suyu iç” diye emretti. Çırak, önce kaşlarını çattı. Bir bardak tuzlu suyu nasıl isterdi ki ustası? Ama ona olan saygısından, zorlanarak da olsa bardaktan bir yudumladı, almasıyla suyu tükürmesi bir oldu.
“Tadı nasıldı?” diye sordu usta.
“Acı” diye kızgınlıkla cevap verdi çırak.
Usta, anlamlı anlamlı gülümseyerek çırağı bu defa köyün kenarındaki tatlı su gölünün kıyısına götürdü. Çırağına aynı şeyi burada da yapmasını, bir avuç tuzu göle atmasını, sonra da gölden su içmesini söyledi.
Çırak söyleneni yaptı, suyu göle atıp gölün tatlı suyundan kana kana içti. O ağzından akan suyu eliyle silerken bilge sordu:
“Bu suyun tadı nasıl peki?”“Bal gibi tatlı” diye karşılık verdi çırak.“Tuzu tadını alabildin mi?”“Hayır.”
Bunun üzerine bilge, suyun yanında diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve ona ömrü boyunca unutamayacağı şu dersi verdi:
“Evladım! Hayatımızdaki sıkıntılar tuz gibidir, ne azdır ne de çok. Sıkıntıların miktarı hep aynıdır. Ancak, bu sıkıntıların kişiye ne kadar ıstırap vereceği onun neyin içine onulacağına bağlıdır. Bir sıkıntının, ıstırabın olduğunda yapman gereken şey duygularını genişletmektir. Bardak olmayı bırakıp göl olmaya çalışmaktır. O anda gömsen bile, o sıkıntıların sonucundaki güzellikleri görebilmektir.”
ders alınası bir öykü
2 Ocak 2010 Cumartesi
1 Ocak 2010 Cuma
çocuk odaları için panolar
bu yıl işlerin yoğunluğu yüzünden kırk yama kursuna gidemedim. Ama bu blogta gördüklerim beni yine kışkırttı. umarım tatil sonrası programım uygun olurda giderim çok hoş çalışmalar. kurs terapi gibi geliyor insana...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)